Diş doktoruna gitmek herkesin korkulu rüyası. Evet, aletlerin sesi ve soğukluğu hiç de sevimli değil çok haklısınız. Eldivenleri ve maskesini takmış beyaz önlüğü ve koca gözleriyle size doğru yürüyen doktoru Frankenstein gibi görüyor olabilirsiniz (buna pek hak veremiyeceğiz).
Ağız içimiz oldukça mahrem bir yerdir bizim için, elimiz, gözümüz, yüzümüz hep açıktadır ama ağzımızın içini kimse görmez, hatta kendimiz bile tam olarak göremeyiz. O nedenle ağız içinde işlem yaptırmak rahatsız edici gelir. Uzun süre ağzını açık tutmak da yorucudur. İletişim kaynağımız ağzımızdır, tedavi boyunca konuşamadığımız için iletişimimiz kesilir gibi gelir dünyayla, telefon çalsa açamayız, birşey söylemek istersek söyleyemeyiz, soru sorsalar cevap veremeyiz, bu sınırlanma hissinden hoşlanmayız. Acıyacak mı korkusu yaşarız ve bu korku, acının kendisinden daha ızdırap vericidir. Bazen hastalarımız ağzını açar ve gözlerini kapatıp bize teslim eder kendini ancak öyle bir surat ifadeleri vardır ki, bütün yüz buruşmuş, bütün kaslar kasılmıştır (Acıyor mu diye sorarız çünkü hastamıza acı vermek en son istediğimiz bilakis acılarını dindirmek için giyiyoruz hergün önlüklerimizi). Hiç acısı yoktur hastanın ama ha şimdi acıdı, ha şimdi acıyacak diye kendine eziyet eder.
Her zaman elimizde değil belki ama rahat olmak önemlidir, sakin olmak kendi kendinize yaşattığınız streslerin %80’inini giderir. Unutmamak gerekir tabi bir de iğne korkusu vardır, hiçbir korkuya benzemez onun korkusu. İğnenin dokuya batması ve verdiği acı bir ya da iki saniyedir ama biz o iki saniyenin acısını randevu günümüzden bir hafta önce yaşatmaya başlarız kendimize. İğneyi bir kere yiyeceğizdir ama bir hafta boyunca yüzlerce kez o iğnenin yapılacağı anı düşünüp yüzlerce iğne yeriz. Biran gelir cesur olmaya karar veririz, o anda da diş doktoruna gideceğimizi bilen arkadaşımız kötü kötü iğne maceralarını anlatıp bitirir bütün gücümüzü. Bazen o hayal ettiğimiz iğneler o kadar canımızı yakar ki randevumuzu iptal ettirir bize. O iğnenin acısından kaçmanın mutluluğuyla yaşarken bir gece yarısı ansızın tedavisini ihmal ettiğimiz dişimizin ağrısı tutar sarılır yakamıza. Ne fırçalamak işe yarar, ne rakı basmak, ne de ilaç içmek. Sabah da gelmez bu arada, o uzun saatlerden sonra güneş doğduğu gibi koşarak gideriz doktora bir iğne yapın bana hemen nolur diye. İşler zorlaşmıştır, gereken tedaviler artmıştır. Hem ağrı çekeriz, hem daha çok gidip gelmemiz gerekir doktora hem de daha maliyetli olur bizim için yapılan tedaviler. Şimdi bir düşünelim bakalım canımızı yakan kim… Kendi korkularımız ve ihmalimiz olmasın asıl suçlu. Emin olun bu noktada en masum kişi doktorumuzdur. Haydi o zaman, uzun zamandır ihmal ettiğimiz dişlerimiz için doktorumuzun yolunu tutmaya başlayalım ya da telefona sarılıp randevumuzu alalım.
Unutmayın,
SAĞLIKLA GÜLÜMSEYİN DİYE BEN BURADAYIM...